Rasûlullah Efendimiz fetih gününde Mekke’nin kapısından içeri girerken, muzaffer bir komutan edasıyla değil, başı önüne eğik, mütavâzı bir âbid edâsıyla şehre giriyordu. Bu yolculuk esnasında, yani henüz fetih gerçekleşmeden, Medine’den Mekke’ye doğru seyir halindeyken yaşadıkları bir hâdise, insanın göz pınarlarını ıslatacak niteliktedir. Yaşanan zulüm ve merhametsizlik örneklerine karşı, mutlaka zihnimizin bir köşesinde kalması gereken muhteşem bir nebevî tablodur.
Yolda giderken, yavrularını emzirmekte olan bir köpeğe rastlarlar Allâh’ın peygamberi (asm) ve ashâb-ı kirâm (r.a.)… Rasûlullah (sav), ordunun görmeden, bilmeden köpeğe ve yavrularına zarar verebilecekleri endişesiyle sahabeden birini çağırarak ona bir talimat verir. Buyurur ki; “Ordu, bu köpeklerin yanından geçişini tamamlayıncaya kadar burada nöbet tutacaksın. Farkında olmaksızın hiçbir kimse, bu hayvancıklara zarar vermesin diye.”
Bizler, annelerini emmekte olan yavru köpekler rahatsız olmasın diye ordusunun yolunu değiştiren Hz. Muhammed Mustafa (sas)’in ümmetiyiz. Hiç şu merhametsizlik görüntüleri bize yakışıyor mu? Bir köpeği boynundan aracın arkasına bağlayarak can verinceye kadar sürükleyip eziyet etmek, zulmetmek bize yakışıyor mu? Bir kediyi, kuşu, ya da başka bir canlıyı zevk olsun diye tekmelemek, ona acı vermek bize yakışıyor mu? Değil Müslüman olmak, bu acımasız haller, insan olana yakışıyor mu?